22 Aralık 2012 Cumartesi

Tuhaf Alışkanlıklar Kitabı


Yoksa siz normal misiniz? Ya da kendinizi öyle mi sananlardansınız? :)) Tuhaf alışkanlıklara sahip değil misiniz? Bunlar alışkanlığa dönüştüğü için size öyle geliyor olmasın?

Cevabınız ne olursa olsun, sevgili Yitik Ülke Yayınlarından çıkan ve Kadir Aydemir’in hazırladığı Tuhaf Alışkanlıklar Kitabı’nı okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.


126 kişi bizler için kendi tuhaf alışkanlıklarını yazmış bulunuyor bu kitapta. Yazarından doktoruna, şairinden öğrencisine, gazetecisinden ev hanımına 126 insanın yazısı derlenmiş! Büyük bir emek söz konusu.

Neler mi göreceğiz TAK’ta? :))

TAK’ta  göreceğiz ki; tuhaf alışkanlıkları olanlar olarak yalnız değiliz, hatta daha aşırıları da var. Kimi zaman güleceğiz bu alışkanlıkları o kişinin dilinden izlerken; kimi zaman “Aaaa! Bu, olamaz ama…” “Ben de aynısını yapıyorum.” “Ama bu çok normal ki, neresi tuhaf!” “Bu kadar da olmaz.” diyeceğiz; kimi zaman, özellikle mimiklerimize engel olamadığımızda, göreceğiz ki biz de içten içe biliyoruz ki onlardan biriyiz.

Şahsen ben severek okudum, sizlere de bu tatlı kitabı okumanızı tavsiye ederim.

Tavsiye benden, okuması sizden efendim. Hoşça bakın zatınıza…



22.12.12
Ceren YILDIZ

27 Kasım 2012 Salı

Unutmak Mümkün Mü?


         Sahi siz, ‘unutmak’ eyleminin var olduğuna inananlardan mısınız?

Bana sorarsanız eğer, yok teşekkürler ben almayayım. Ben inanmıyorum unutmanın var olduğuna. Hem hayatımızda iyi ya da kötü yer etmiş anları, anıları unutmaya layık bulmuyorum. “Unutmak yazmaz benim kitabımda, hep hatırlamak, hep hatırlamak.”

Ne kadar kötü olursa olsun durum, elbet bir iyi yanı ya da bizim açımızdan bir tecrübesi, kazancı vardır. Her şerde bir hayrın olması durumunun birer örneğidir onlar. -Tabi insanoğlu olarak yapılan iyilikleri aklımızdan çıkarmaya pek meyilliyiz de ben o konuda da daha dikkatli olmaya çalışıyorum. -Zamanla kötü olayların acısı, iyilerin heyecanı elbette siliniyor hatrımızdan ama bu onları söküp atabileceğimiz anlamına gelmiyor bence.

Bazen bu sebepten kendime kızsam da, galiba ben insanlarla aramdaki ilişkiye, aramızdakilere ve kişilerin kendilerine çok değer veriyorum.



Ceren YILDIZ

27.11.12

24 Kasım 2012 Cumartesi

Günlerden "24 Kasım - Öğretmenlerimizin Günü"


Bir özel gün yazısıyla daha karşınızdayım efendim… Ama bu seferki farklı çünkü beni de yakinen ilgilendiriyor, meslek açısından. J


İlkokul sıralarındayken ne olacağımı sorduklarında, modelist ya da stilist olacağım derdim kararlı bir şekilde. Malum çok güzel elbiseler tasarlıyordum oyuncak bebeklerim için, kalıp çıkarıyordum, örüyordum, makinede dikiş dikiyordum. E madem bu kadar zevk alıyorum, mesleğim olsun istedim. Olmadı. Hayat şartları beni kararımdan döndürdü. Sonra hayalimdeki mesleğim ilkokuldaki sınıf öğretmenim olan canım Zeynep Öğretmenimin branşıyla aynı oldu, matematik öğretmenliği. Acayip seviyordum matematiği, öyle böyle değil. Hep 100 puanlar, not olarak da 5ler havada uçuşurdu. Gel zaman git zaman liseye geldik ve 9.sınıfta karşılaştığım matematik hocam beni matematikten ve matematikle kurduğum gelecekten tamamen soğuttu sanırım, ani bir kararla yabancı dil bölümünü seçtim. Sınıftaki herkesin üniversitede kendini görmek istediği ideal bölüm İngilizce Öğretmenliği iken, ben kafamın dikine gidip aylarca Uluslararası İlişkiler diye sayıklayıp durdum, ne iş yaptığını bile bilmezdim o zamanlar. İsmi çok karizmatik bir meslek gibi gelirdi, hala da öyle gelir. Sonra sürü psikolojisiyle ben de öğretmen olmaya karar verdim lisedeki 2. senem bitmeden. Ona göre hazırlandım sınavlara, canla başla çalıştığım pek söylenemez İngilizce açısından ama bölüm konusunda çok istekliydim. Öğretmen olmak son ve kesin kararımdı.

Şimdi Sakarya Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği 3.sınıf öğrencisiyim. Üniversite açısından, ilk mezunlar olacağımız için türlü türlü başa çıkması zor sorunlar yaşasak da bölümüme derin bir sevgi besliyorum. Çok mutluyum, gelecekten çok umutluyum. İnsanlara faydalı olma; nice insan, öğrenci yetiştirme idealim var. Hele de üniversite 1. sınıftayken ilk “Öğretmenim” diye hitap edildi ya bana, bu heyecanla okulu bir çırpıda bitiririm ben diye düşünmüştüm. Bu sene de kolejdeki öğrencilerimizden bu hitabı duyuyorum… Bundan daha büyük mutluluk zor bulunur bu hayatta, en azından şimdilik. J

Velhasıl, bugün en yüce mesleklerden biri olan “öğretmen”lerin, öğretmenlerimizin  günü! Üzerimizde anamız, babamızdan sonra belki de en çok hakkı olan insanların günü. Bana okuma yazma öğreten, hayatımı üzerine kuruyor olduğum İngilizceyi sevdiren, hayatıma yön vermemde yardımcı olan, ayağıma takılan taşları bir çırpıda atıvermemi sağlayan ve destek olan, bende tek bir zerre bile olsun emeği ve hakkı olan öğretmenlerim başta olmak üzere; tüm öğretmenlerin ve benim gibi bu yolda ter döken ve ileride meslektaşım olacak insanların Öğretmenler günün cani gönülden kutluyorum! Onlara saygı ve sevgilerimi gönderirken, ellerinden öperek her şey için çok teşekkür ediyorum. J

24. 11. 12
Ceren YILDIZ

10 Kasım 2012 Cumartesi

Günlerden "10 Kasım"


Hissettiklerimizi en çok böyle hüzün dolu günlerde kelimelere dökmekte zorlanırız diye düşünüyorum, en azından ben öyleyim. O sirende saygı duruşunda bulunurken hissettiğim duygu yoğunluğu her sene en az aynı yoğunlukta oluyor ve hatta katlanarak artıyor. 10 Kasımda İstiklal Marşı’mız da ülkeye ayrı bir sahip çıkma havasında ve öte yandan derin bir keder içerisinde söyleniyor.

Kimisi uyanık olduğu halde bir saygı duruşunda bulunmaya tenezzül etmezken kimisi uykusundan uyanıp o dakikayı bekliyor, o ayrı.

Googleda da seni anıyoruz Atam… Hele sosyal ağlarda paylaşılanları bir görsen…



Seni özlemenin tarifi yok. Bu öyle büyük, öyle ayrı bir özlem ki, başka bir şeyde tatmadığımız... Öyle derin bir üzüntü ki, bıraktıklarınla teselli bulmaya çalıştığımız…

Seni rahmetle anıyoruz, sana rahat bir uyku diliyoruz… Biz de burada arkandan senin yaptıklarını anlam veremediğimiz bir şekilde yıkmaya çalışanlara karşı koymaya çalışıyoruz… Canım Atam, Mustafam, Kemalim, bil ki seni çok seviyoruz…!






10 KASIM 2012
Ceren YILDIZ

7 Kasım 2012 Çarşamba

Uçurum


Baktım, hayli olmuş yazı paylaşmayalı benim sevgili bloğumda. Ayıp ama bana! Ne yapayım bayramdı, ödevdi, response paperdi, mataryel sunumuydu derkeeeen kayboldum son zamanlarda. Modumu en güzel şu resimle anlatabilirim herhalde;



Yazmıyor değilim! Sadece yoğunluktan biraz ara verdim yazdıklarımı pcye atmaya. Hey Hat! Onları da yaparız elbet, zamanımız varsa. :) Geçen yazdığım ama sizden sakladığım basit bir yazım vardı, kıyıda köşede vardır hep. Onu bir paylaşayım dedim, gerisi kısmet! :)


Bazı durumların insanın kendi seçimleri, sözleri, hırçınlığı, aniliğini sonucu olması kadar can yakan bir şey varsa o da bunlarının telafisinin imkânsız olmasıdır. Hele de hayatında gerçek anlamda ilk defa bir imkânsızlıkla karşı karşıya kalanlarımız için…

Öyle sözler sarf etmişizdir ki hiç söylenmeyecek yerlerde hiç söylenmemesi gereken insanlara, öyle bakış atmışızdır ki bizi hiç tanımayan birine mesela, kaybetmişliğin hırçınlığını hareketlerimize öyle ani yansıtmışızdır ki etrafa… Baştan aşağı yanlış yapıp baştan aşağı günahlara bürünmüşüzdür yani. Kazanacak durumdayken, tek bir şeyimiz bile kalmamıştır ortada. Her şeyimizi tek elde kaybettiğimiz kısa bir kumar oyunu gibi olmuştur yaşadıklarımız.

Öyle kaybetmişizdir ki bir daha kazanma şansımız yoktur. ‘İmkânsız’ denilen uçurumdan atlamışızdır.

Düşünelim bakalım, uçurumdan düşmüş bir insan için, kendisinin atlamış ya da arkasında itilmesi olması neyi değiştirir? Kurtulma ihtimali var mıdır?


13.10.12
Ceren YILDIZ

16 Ekim 2012 Salı

Nadide İnsansın Unutma!


Sık sık unuttuğumuz, dolayısıyla nadiren hatırladığımız bir şey var; kendimizle barışık olmamız gerektiği. Kabul edelim lütfen, her şeyi başaramayabiliriz. Her şeyi başaramayız zaten. Her istediğimizi yapma, her dileğimizi gerçekleştirme imkânımız yok! Öyle bir dünya yok çünkü. Bana her istediğini yaşayan bir insan söyleyin? Bir düşünün bakalım… Yok di mi? Ne öyle bir insan var bu dünyada, ne de biz öyle bir insan olabiliriz.

Ee, o zaman ne yapacağız? Her başarısızlığımızda, istediğimiz şeyleri her yapamayışımızda oyuncağı elinden alınmış üç – dört yaşındaki çocuk gibi birilerine şikâyet edip çözüm için medet umacağız ya da çaresizce ağlayacak mıyız? Hepimiz biliyoruz ki, böyle ne tatmin olmak mümkündür ne de mutlu olmak. O zaman kabullenmek gerek olası ihtimalleri. Başarısız olabileceğimiz ihtimalini kabul etmeliyiz. Bazı şeyleri başaramayabiliriz çünkü. İnsan doğası gereği sınırlarımız var, sınırlılıklarımız.

Kabul edelim ki, çok çalıştığımız bir sınavımız berbat bir şekilde sonuçlanabilir çünkü sorular bizim elimizde değil ve bilmediğimiz yerlerden gelebilir. En yakınlarımızla zamanla uzak kalabiliriz madden ya da manen ya da her ikisi de, -sebep her ne ise- insan bu değişebilir düşünceleri ve istekleri. O yüzden kimseye kendinden çok bağlanmayacaksın! Ve bilelim ki. Ve inanalım ki fani dünyadayız, şuan varız ama bir saniye sonrası için yok olabiliriz.

Başarılı ya da başarısız olabiliriz; çirkin ya da güzel, tembel ya da çalışkan… Her şeyden önce bunları kabul edip kendimizi sevmeli, kendimizle barışık olmalıyız yani o nadide insanla aramızı iyi tutmalıyız çünkü biz kendimiz için yaşıyoruz. En çok ona değer vermezsek, haksızlık etmiş olmaz mıyız? :) )

Önemli olan bunları söyleyebilmek değil de uygulayabilmek tabiî ki…





http://blog.milliyet.com.tr/nadide-insansin--unutma-/Blog/?BlogNo=383564


Ekim / 2012
Ceren YILDIZ

22 Eylül 2012 Cumartesi

Mecburen


Kimi zaman büyük beklentiler içinde buluruz kendimizi. Herkesi kendimiz gibi düşünceli, masum ve iyi niyetli sanırız. Hepsinin içinde bir güzellik olduğuna muhakkak inanırız. Çevremizdeki herkesin her dediğine inanır, hiçbir şeyi sorgulamayız. Hele de en sevdiklerimize hiç kıyamayız, kendimize kıymak pahasına da olsa.

            Zaman geçer ve biraz büyürüz. Biraz daha farklı düşünür, insanların bizim gibi olmayanlarıyla tanışıp üzülürüz. Kimi zaman affeder, kimi zaman kendimizi suçlarız ama kötü insanlardan paçamızı hep kurtarırız diye düşünürüz. (Hani her işte bir hayır vardır, Allah muhakkak ki bizi daha kötü bir durumdan koruyordur diyerek.)

Beklentilerimiz de küçülür biz büyüdükçe. (Hâlbuki daha da küçülecektir vakti geldikçe.) Biz hep iyi niyetle dua eder, yaşar gideriz yaşamın kıyısından. Kasti olarak insanlara kötü davranmamaya çalışırız, kötülük yapabilmek için ya çok büyük yaralar almak ya da niyetimizin yoldan çıkması gerektiğine inanırız. Kendimizi bozmayız bu sebepten. Kırılan kalbimizi tekrar tekrar tamir etmeye kalkışır, sonra yine bir hayal kırıklığıyla karşı karşıya kalırız. Yükümüz bir parça daha artar. Büyüdükçe ağır gelir yaşananlar ama ertesi gün biz yine uyanıp hayata dört koldan sarılmaya çalışırız. Problemlerle karşılaşan tek biz değilizdir, hayata devam ederiz kaldığımız yerden... Mecburen. Ve bir kez daha anlarız ki insanlardan büyük beklentilerimiz olmamalı hiçbir zaman.


Ceren YILDIZ

22.09.2012

31 Temmuz 2012 Salı

Sokak Lambasının Altında


Bir çocuk ağlıyor
Sokak lambasının altında.
Annesini kaybetmiş,
Babası yok.
Elleri göğsünde birleşmiş,
Ayakları buz kesmiş,
Nefesi boğum boğum ve var gücüyle
Ağlıyor.


Sokak lambasına tutunmuş

Bir çocuk ağlıyor.

Tüm sessizliğini bozuyor haykırışı.

Annesini arıyor minik gözleri,

Ki babasını bilmemiş doğduğundan beri.

Minik elleri ve tüm çaresizliğiyle

Ağlıyor minik.

Ağlıyor ve kurtarılmayı bekliyor.

Sokak lambasının altında.



Annesi sesleniyor uzaktan,

Annesine sesleniyor uzaktan.

Ağlıyor ve bekliyor.

Gidiyor çaresiz.

13 Haziran 2012 Çarşamba

Kuşlar Uçar

Ne güzeldir kuşlar kadar özgür olmak. Ya da özgürlüğüne inandığın kuşların yerinde olmayı arzulamak... Dünyayı öyle yukarıdan izlemek nasıl bir durum ve duygudur acaba, sormak lazım kuşlara.

Bulutlara yakın, onlara dost; insanlardan uzak uçmak… İnsanlara böylesi uzak, onlardan kopuk yaşamak… Nasıldır? Uçsuz bucaksız yerlere uçarken, en kötü insanlardan ve onların türlü hainliklerinden uzak kalabiliyorlar mı gerçekten? Biz onları bir an uçarken görüyoruz diye tüm ömürleri kanat çırpmaktan mı ibaret? Değmiyor mu o kanatlılar yeryüzüne? Belki de tam o anlarda dünyadaki milyonlarca insandan bazıları onlardan bazılarına zarar vermiyor mu kasıtlı ya da bilinçsizce? Ya da en zor durumlarında onlara kol kanat germiyor ve sevmiyor mu insanların hiçbiri…

Cidden, çok derin mevzular bunlar.

Bir terazi olsa elimde, koysam ikisini de birer kefeye. Hangisi ağır gelir acaba? Bilemem ki. Tüm dünya… Milyonlarca canlı… Milyonlarca insan… Milyonlarca da kanatlı… Milyonlarca da kuş… Kimin kime ne zaman yararı, ne zaman zararı dokunur ben bilemem. Sadece iki gözüm ve bir bedenim var. Bir an içerisinde yalnızca bir yerde olabilirim. Bunun tam tersi olma imkansızlığıyla birlikte bunun gibi daha birçoğuyla dolu dünyada bu durumu değerlendirmek benim ne haddime..

Ben sadece oturur balkonumdaki koltuğuma, çiçeklerimle konuşurken gözüme çarpan ve haddinden fazla sıcak bir yaz gecesinde yolunda emin bir şekilde kanat çırptığına inandığım martıları daha dikkatli incelemeye koyulurum. Sonrasında yaban mersini çayımdan bir yudum daha alırım. Sonra bir bakmışım ki masama oturmuşum elimde bir kalem, en sevdiğim dolma olanlarından ve önümde bir sayfa yazı, taze yazılmışından…



Ansızın bir kuş uçar gözümün önünden ve birkaç dize geliverir aklıma Tevfik Fikret’ten: “Kuşlar uçar, ben koşarım. Onların kanatları var, benim kanadım kollarım. Kuşlar kanadını çırpar, ben de kolumu sallarım. Uçun kuşlar, uçun kuşlar, hepinizle yarışım var.”



Ceren YILDIZ

27 Mayıs 2012 Pazar

Rica Etsem...

          Hep aynı soruyu soruyordu önüne gelene. Böyle bir soruya kimsenin verecek bir cevabı yoktu elbette. Kimisi ellerini kaldırıp “Ya sabır!”, “Şuna akıl ver Allahım.” diyor; kimisi gülüp geçiyor, kimisi acıyordu haline. Ama hepsinin ortak bir fikri vardı; bu adam kesinlikle bir akıl fukarasıydı, yoksa böyle bir şeyi nasıl söylesindi?

Aklı olan, “Rica etsem beni öldürür müsünüz?” sorusunu ciddi olarak sorup gerçek bir cevap bekler miydi?

Hala, saatlerdir oturduğu banktan bir milim kıpırdamamıştı. Zamandan bir haber nefes alıp veriyordu. Elbet onu öldürmeyi kabul edecek biri çıkacak diye düşünüyordu, yani derin düşüncelere dalmıştı. Bir sabıkalı, bir katil geçmez miydi bu sokaktan? Nasıl bir sokaktı bu, birini öldürmeyi bekleyen tek bir insanoğlu yok muydu? Nasıl insanlardı bunlar…

Özellikle son 7 yılda, bu soruyu duyan insan sayısı her geçen gün arıyordu fakat tek bir kişi bile çıkmamıştı bunu kabul eden. Bu yorgun gözlerle hayata bakmaktan yorulmuştu artık. Gideceği yere bir an evvel varmak istiyordu. Tek bir yakını bile yokken, yalnız başına yaşamanın zorluğunu anlayıp destek olmayan bir dünyada yaşamak kolay mıydı?


Tam bu derin düşüncelerin dibine vurmuşken tonton amcamız, ince bir sesle irkildi ve sağında ona bakan kadına çevirdi bakışlarını. “Pardon” dedi bayan, “Rica etsem beni öldürür müsünüz?”. Yağmurda koşarak yanına gelen sırılsıklam olmuş kadına tekrar baktı.

İşte o an anladı aslına yalnız olmadığını. Demek ki onun kadar yalnız, ya da en azından bu soruyla dolaşacak kadar yalnız olan biri daha vardı. Birbirlerine destek olurlarsa, belki de ölmek istemeye hiç gerek kalmazdı…


Ayrıca aynı yazı için başka bir link; http://heceler.com/06/03/rica-etsem/


Ceren YILDIZ

18 Nisan 2012 Çarşamba

Ah Şu İnsanlar


  Herkesten istediğim şeyleri duyabilirim. Bu imkâna herkes kadar sahibiz. Ama ya gerçekler? Üzerine binlerce toz yığını atıp onları arkamda bırakabilir miyiz? Tekrar onlarla ya da onları hatırlatan bir olayla karşılaştığımızda daha fazla acımaz mı kalbimiz? Kendimizi bir hayale kaptırıp yürüdüğümüz yolların ucu bucağı yoksa? İnsanlar o söyledikleri her ne ise, sırf bizi incitmemek ya da mutlu etmek için, belki de kendilerinin farkında olmadığından ötürü söylüyorlar ise? O zaman ne yaparım?

  İnsanlar bize duymayı istediğimiz şeyleri söyleyebilirler ve yanılabilirler, ya rüyalar ve hisler? Onlar da yanılırlar mı? Her zaman mı? Bir şeyin olacağına dair içimizde bugüne kadar hiçbir şey için hissetmediğimiz kadar kuvvetli bir olumluluk hissi varsa ve rüyalar da bunu doğruluyorsa… Hadi rüyaları geçtik diyelim bir anlık, ama bu hissin öyle böyle bir his olmadığını da hissediyorsak ne yapabiliriz?

  Ne yapacağımızı bulamayız ki. Gelişigüzel yaşarız bu kafa karışıklığıyla, hiçbir plan olmaksızın…

  Neyin olacağını çok kuvvetli bir şekilde hissediyorum ama zamanı var biliyorum. O zaman ne zaman bilemem. Tek bildiğim şuan o anın olmadığı.
  Hiçbir zaman hislerimle hareket edemedim, çünkü kendim için hiç kuvvetli bir hissim olmadı hatta bir hissim bile olmadı. O yüzden bu sefer sudan çıkmış bir balık gibiyim. Ne yapacağımı kestiremeden, yalpalayarak ilerliyorum. Sağa vuruyorum, solda buluyorum bazen kendimi ama düşmüyorum, güçsüz gözükmüyorum. Sendeleyerek ilerliyorum. Kimse yüzünden de durmuyorum, duraksıyorum sadece. Kimini arkamda bırakıyorum, kiminin kolundan tutup çekeliyorum. Tüm merakımla ve heyecanımla neler olacağını, hislerimin bir gün gerçekle örtüşüp örtüşmeyeceğini bekliyorum.

  Evet soru işaretlerim çok, ama belki de sadece çözmek için gereken cesaretim yok. “Belki yarın?”sorusu ile gözlüyorum doğmakta olan her güneşi tıpkı her güneşi onunla batırdığım gibi.

  Söylenebilecek birkaç güzel cümlem var bunları özetlemek için;
“İnsanlar birçok şey söylerler. Senin duymak istediklerini de söyleyebilirler. Fakat insanların bunları söylemeleri bunların gerçek olduğu anlamına gelmiyor. Sevdiğim bir söz vardır; ‘Everybody lies.’ “

Not 1: Resimden yola çıkarak ve resim hakkında daha fazla içerik görüntülemek için:
-Türkçe (linkteki kişisel fikirlerin gözardı edilmesi daha uygundur) : http://www.uludagsozluk.com/k/everybody-lies/

Not 2: Jason Walker'in Everybody Lies adlı bir şarkısı vardır, hoştur: http://www.youtube.com/watch?v=xYN3GZ0316Y

11 Nisan 2012 Çarşamba

Ne Eksik, Ne Fazla

 Geçenlerde bir arkadaşımdan duyduğum iki cümle ilgimi çekti;

“Sen hep kendi kendine dertlenir misin?”

“Güzel olanı yapıyorsun, devam et.”

  Arada verdiğim cevap “Galiba” idi.  Birleştirdim hemen, kendi kendime dertlenmemin güzel olduğunu söylemişti. Garipsedim bir an, hiç böyle düşünmemiştim. Öyle miydi gerçekten? Asıl önemli olan bu söylediği değil de, benim bunu yaptığıma dikkat etmiş olmasıydı sanırım. İlk defa biri benim bu yönümü eleştiriyordu.

  İnsanın başkaları için kendisini üzmesinin ne faydası olabilir ki, kendini yıpratmaktan başka diye düşünürdüm hep ama kendimi onun için üzdüğüm bir insandan bunu duymak mutlu etti beni, tebessüm yerleştirdi çehreme.

  Ben, karşımdaki insanları düşünerek, onları mutlu etmeye çalışıp özellikle benim yüzümden üzülmemelerine sebebiyet vermemeye çalışarak yaşamayı huzurlu buluyorum, huzurumu böyle buluyorum. Bilirim ki dilim sivrileşir kimi zaman, eleştirilerimin dozu kaçar ve telafisini yapmak yine benim boynumun borcudur. Kim ne düşünür bilmem ama vicdanım rahat olmadır.

  Bunu hak edenler olduğu kadar hak etmeyenler yok mudur, vardır şüphesiz. Bu doğrultuda bakmamayı da öğrendim düşe kalka.

  Ben sadece içimden geleni yapıyorum ve hissetmediğim hiçbir şeyi söylemiyorum. Ne eksik, ne fazla yani. Zaten öyle olmalı, değil mi?


  Ceren YILDIZ

15 Mart 2012 Perşembe

Çocukluğumu Özlüyorum

  Çocukluğumu özlüyorum, en şiddetli anlarında mutsuzluğumun. Buğulu günlerini yaşarken kışın, çocuk olmak istiyorum. Yumurtaları kırmaktan korkarak evde kalamadığım için annem elimden tutup markete götürsün yine beni,  öğretmenimin verdiği soruları en başarılı olmak için sular seller gibi ezberlemeye çalışayım, çizgi filmleri izlerken en içten ve masum kahkahalarımı atayım, en büyük eğlencem kuzenlerimle bir araya gelip oyun oynamak olsun.

  Çocuk olayım yine, sorumsuzca davranayım, hesapsızca seveyim insanları. Onları ve düşüncelerini sorgularken boğulmayayım, tek başıma mücadele etmek zorunda kalmayayım hiç. Annemle ve babamla her gece aynı evden bakayım hayata.

  Çocuk olmayı istiyorum yine, abla oluşumun ilk heyecanını yaşayayım, aileme yeni eklenen bireyle ailemi paylaşmayı göze alayım, onun evimize gelmesini beklerkenki mutluğumu yaşayayım, evimizin onun da evi olmasına kanaat getireyim. En büyük sıkıntım da koleksiyonuma ekleyemediğim bir silgi yahut kalem oluversin.


  Çocuk olayım istiyorum, insanların beni sevip sevmediğini düşünmeden yahut herkesin beni sevdiğini düşünerek koyayım minik başımı yastığıma. En çok da masumiyetimi özlüyorum galiba, onu geri istiyorum. Ölümden bir haber olayım yine, kaybetmenin “k”sini bilmeden atayım adımlarımı bir sonraki ana.

  Tüm özlemimle çocuk olayım istiyorum hala, çocukluğuma döneyim ve orada kalayım. Hiç büyümeden farkında olmadan yaşayayım bir hayat boyu. Çocuk olayım istiyorum ki u/mutlu olayım ki u/mutlu kalabileyim.


  Ceren YILDIZ


4 Mart 2012 Pazar

Karanlıktan Kurtuluş Mücadelesi


  Tik tak, tik tak, tik tak.
  Eski evimin, eskimiş penceresinden bakerken birden gözüm takılmıştı.
  Bir film sahnesini izlermiş gibi hissettim kendimi.

  Sessizce içeri girişine takıldı gözüm, karanlığın içine girmişti sanki. Dolaptan çıkardığı şişe dalgınlığıyla devrilivermişti masanın üzerine. Kollarıyla yüzünü kapayıp tüm hırçınlığıyla ağlamaya başladı. Ağladı. Ağladı. Her biri, öncekinden daha kuvvetli haykırışlardı. Varlığının ve bu acılara dayanışının sebebi olan adam içeri girdi. Elini yavaşça kadının omzuna koydu. Kadın da onun yüzüne dokundu. Konuşmadan anlaştılar. Sessiz konuştular aslında. Atlatabileceklerine inanışlarını birlikteliklerinin sağlayacağına söz vermişlerdi gözleriyle.

  İmrendim bu tabloya, birden huzur doldu içim. Keşke ben de… Ah… O huzurla kapadım gözlerimi, o huzurun verdiği mutlulukla…

18 Şubat 2012 Cumartesi

(parantez)

  Anlar biriktirdim de geldim bugünlere. Anların, anlardan ibaret olmadığını kanıtlamaktı bir zamanlar en büyük çabam. Bazı anlara ait her şeyi saklamayı sever oldum. Takıntılarımı çoğalttım onları biriktireyim derken. Hem biriktirdiklerim çoğaldı, hem biriktirmek istediklerim. Faturalar, otobüs biletleri, atm fişleri, tiyatro ve sinema biletleri, kıyafet etiketleri, çikolata kağıtları, üzerine çeşitli notlar aldığım takvim yaprakları… Not defterime ve günlüğüme yazdıklarımın haricindeydi bunlar.
  Hiçbir şeyi unutmak istemiyordum, tüm anları saklayasım vardı. Anları öyle taze tutayım ki mutlu anlarım hiç bitmesin, kötü anları hiç unutmayayım ki kızgınlığım geçip de o kişiye benim altta kalmayacağımı göstereyim istedim.
  Bazı kişilere hatta zaman zaman bana bile bazıları çok saçma ya da gaddarca gelse de kısa bir zaman öncesine kadar bunları yapıyordum.
  Bir gün yırttım attım hepsini. Kurtulurum sandım. Bakın aklım hala yırttıklarımda. Yazım dâhi onlar ile ilgili, düşünce boyutumdan çıkıp beni ele geçirmeye çalışmaktalar.
  Aslında belki de yazarak kendime dair bazı şeyleri saklamak istiyor olabilir bilinçdışım. ANlarımı tez bir şekilde saklamak istedim ama her yazışımdaki amacım bu değil elbette.
  Diğerlerinin yazdıkları bizim hayatlarımızda sadece bir parantezin içinde kısacık bir biçimde yer alır genelde. Benimkiler de sizler için öyle fakat o parantez benim dünyamda kocaman bir değere sahiptir. Kocaman penceredir belki de.
  Böyle bir açılış yapayım istedim. par(AN)tez ile anlatmak istediklerimi umarım açıklayabilmişimdir.
  Okuduğunuz için teşekkürler…:)


  Ceren YILDIZ

Liste

     Çok yakında yazacağım dedikten sonra kalemi ya elime alamadım ya da iki satır saçmalıklar karaladım bıraktım. Galiba şimdi hazırım. Bir...